FİLE BAKMAK

IMG_2074

Süleyman bir Asya Fili. Kaba ve pürüzlü derisi kül grisi ve tam sevdiğim gibi yer yer tüylerle ve lekelerle bezeli. Süleyman’ı Saramago’yla tanıdım. Bu dünyadaki hikayesinden, muhteşem görünüşünden ve uzun yolculuğundan haberdar olmamın sebebi “ Filin Yolculuğu” adlı kitaptır.

Bazı kitaplarla tanışmam aynı insanlarla olduğu gibi bir tesadüflerin eseri. Geçen kış soğuk bir Şubat akşamı çok zorlu bir iş gününün ardından kendimi Karaköy vapuruna attığımda bir sigara tüttürmek için vapurun arkasına doğru yürürken kapının yanındaki sırada gördüm Süleyman’ı. Tek başına, adeta terk edilmiş gibi küskün duruyordu. İlk sayfasında sadece “İfakat 2013 İstanbul” yazısı vardı. İçinde ise ne bir ayraç ne de sayfa kıvrılması; Belki de İfakat, kitabı bitirdikten sonra başkaları da okusun diye bırakan, biriktirmekten çok paylaşmayı seven kadınlardandı.

Süleyman’la hemen o gece tanıştık. Ertesi gün izinli olmamın verdiği rahatlıkla martıların çılgın partisi başlayana kadar okudum. Hemen hiç sektirmeden 4: 00’da başlayan partilerini günün aydınlanmasına dek fütursuzca çığlık çığlığa sürdürdükleri için rüyamda Süleyman’ı kralın düzenlediği kıyafet balosuna giderken taktığı martı gagasını çıkartması için ikna etmekle uğraştım. Bence hiç yakışmamıştı.

Saramago ve Galeano benim vicdan terazilerimdir. Yazdıklarını okurken dünyanın ilk yaratıldığı zamanlarda, günahla henüz tanışmamış, içindeki kurtla yüzleşme fırsatı yakalayamamış ve henüz çıplaklığından utanmamış bir insan gibi hissederim kendimi. Zamanın el değmemiş boşluğunda kendi kaderine doğru usul usul yüzen ilk insan gibi ihanetten önce merhametle buluşmayı arzularım.

Bir adı olan ve henüz bir adı konmamış her şeyi öyle güzel anlatırlar ki, sayfaların arasında dünyanın en huzurlu uykusunu uyuyabilirsiniz. Çünkü Brezilya’nın ilk piskoposu Sardina’yı yiyen yerlilerin bile açlıklarından daha büyük bir mazeretleri vardır, bana inanın.

Filin Yolculuğu’na dönecek olursak, Portekiz Kralı III. Juan, kuzeni Avusturya Arşidükü Maximillian’a dört yıl önce düğününde sunduğu hediyeyi geçen zaman içinde beğenmez olur ve iki yıl önce Hindistan’tan gelen Süleyman’ı gösterişli ve egzotik bir hediye olarak Viyana’ya yollama kararı alır. Bakıcısı Subhro eşliğinde, soylular ve askerlerden oluşan bir kervanla Portekiz’den yola çıkacak kervan Castilla’yı, İtalya’yı ve Tuna’yı aşıp görkemli bir hediye olarak Viyana’ya ulaşacaktır. Bütün bir yolu yürüyerek aşacak olan Süleyman için Alp sıradağları en tehlikeli bölgedir ama ne gam. Bu zorlu yolculuk Portekiz sarayının yatak odasında ve tam da yatma saatinde münasebetsizliğine bakılmaksızın kararlaştırılmıştır.

Bir fil arşidüke gönderilecek hediyeler sıralamasında kutsal ekmeğin konduğu çömlekten daha gösterişli ve yediği dağlar kadar samana bakılacak olursa Portekiz sarayı için de daha hayırlıdır. Süleyman bu uzun ve zorlu yolculuğu bakıcısı, arkadaşı ve sırdaşı Subhro ile çıkar. Birbirlerini çok seven bir insanla bir filin anlaşabileceği gibi uzun suskunluklar ve tiz çığlıklarla anlaşırlar.

Filleri ve fil hikayelerini çok seven biri olarak Saramagon’un gerçek bir olaydan yola çıkarak anlattığı bu kitabı iki günde bitirdim ve Subhro’yu da en az Süleyman kadar sevdim. Yalnız kitabın son sayfalarında Kraliçe’den daha fazla ağladığımı itiraf etmeliyim. Filin Yolculuğu, Küçük Şeylerin Tanrısı’ndan sonra en çok göz yaşı döktüğüm kitap olarak okuma tarihimdeki yerini aldı. Kitabı bitirdikten sonra dönemin hediyeleri içinde Süleyman’ın yolculuğu kadar meşakkatli ve onun hikayesinden çok daha hüzünlü olan bir başkasına da rastladım.

Süleyman’ın 1550 yılındaki yolculuğundan tam 34 yıl önce Portekiz kralı I. Manuel, Papa X. Leo’ya  saygısının bir göstergesi olarak unutulmayacak bir hediye göndermek ister ve o zaman için batı dünyasında pek tanınmayan bir hayvan olan Gergedan’ı gemi yoluyla İtalya’ya gönderir. Ancak çıkan bir fırtınada gemi batar ve gemi enkazı ile birlikte gergedanın şişmiş gövdesi İtalya sahillerine vurur. Dürer sadece basit bir tariften yola çıkarak talihsiz gergedanı göğüs kısmı çepeçevre zırhla kaplı olarak çizer ve batı dünyası uzun bir süre gerganı Dürer’in gravüründeki zırhlı haliyle tanır.

Süleyman’ın hikayesinden çok daha hüzünlü bir hikayesi olan bu gergedanın adını bazı kaynaklar Ganda olarak yazıyor. Ben de emin olmasam bile sırf bir ismi olsun diye onu, kendisine pek yakıştığını düşündüğüm bu isimle anmak istiyorum. Süleyman ve Ganda, sonu gelmez iştahımızın görkemli eşlikçileri olarak belki şimdi değil ama daha sonra mutlaka kendi öyküleriyle beraber bizim zalimliğimizi de anlatacaklar

“ Gökkubbenin bizim kaygılarımıza ve arzularımıza kayıtsız kaldığı doğru değildir. Gökkubbe bize sürekli işaretler, tavsiyeler gönderir. Gözlerimizi dört açarsak bu işaretleri de tavsiyeleri de yorumlamak kolaydır.”

Jose Saramago, Filin Yolculuğu, Çeviren; Pınar Savaş, Turkuvaz Kitap. 


Yorum bırakın